Şirketlerin somut ve ulaşılabilir hedefler koyarak çalışmaya başlaması, elde edilen sonuçları düzenli olarak paydaşlara sunması önemlidir. Bugün genel olarak toplum ve tüketiciler, iş dünyasından daha fazlasını bekliyor. Bu beklentiye samimiyetle cevap veren şirketler de başarılı sonuçlara imza atmaktadır.
Dünya Ekonomik Forumu (WEF), paydaş kapitalizmini, şirketlerin sadece hissedarlar için kısa vadeli karları optimize etmekle kalmayıp, tüm paydaşlarının ve genel olarak toplumun ihtiyaçlarını dikkate alarak uzun vadeli değer yaratma arayışında olduğu bir kapitalizm biçimi olarak tanımlar. Bu sistem içerisinde hissedarların çıkarları diğer paydaş gruplarının ihtiyaçlarından üstün tutulmaz. Paydaş kapitalizm modeli tüm paydaşların ve dolayısıyla toplumun çıkarlarını gözetmek anlamına gelir. Uzun vadeli başarı için de güçlü bir dayanak oluşturur.
Paydaş kapitalizmi olarak tanımlanan bu yeni modelde, hiçbir aktör dışarıda bırakılmıyor. Hükümetler, şirketler, topluluklar ve bireyler dışsal birer faktör değil, oluşturulacak politikaların bir parçası olarak görülüyor. Toplumların ve gezegenin bekası için tüm paydaşların karar alma süreçlerine dahil edildiği bir modelden söz ediyoruz.
Yönetim danışmanlığı firması McKinsey&Company, bu yılki Davos Zirvesi’nde gündeme gelen ‘Paydaş Kapitalizminin Durumu’ başlıklı raporunda, paydaş kapitalizminin iş liderleri için olumlu bir değişim fırsatı sunduğunu vurguluyor. Paydaş katılımını gerçekleştirmeyi hedefleyen şirketlere rehberlik edecek 5 ilkeyi paylaşıyor. Bunlar; yönetim kurulunu sürece dahil etmek, çevresel hedefler belirleyip takip etmek, tüm tedarikçilerin gelişimi için çalışmak, tüketicilerin ihtiyaçlarını karşılarken uzun vadeli faydaya odaklanmak ve çalışanlara saygı duyup geleceklerine yatırım yapmak.
Liderlerin, yalnızca hissedarlara değil aynı zamanda müşterilerine, tedarikçilerine, çalışanlarına ve topluma hizmeti, misyon edinmeleri gerekiyor. McKinsey, çoğu CEO’nun teoride katıldığını belirttiği bu fikri, sahiplenerek uygulamalarının da iki nedenden dolayı şart olduğunun altını çiziyor. Bunlardan birincisi; şirketlerin bu konudaki taahhütleri, kamuoyu tarafından takip edilip ölçülebiliyor. Sözlerin yerine getirilmemesi, olumsuzluklara yol açabiliyor. İkincisi ise paydaş kapitalizmini uygulayan şirketlerin uzun vadede daha iyi performans gösterdiğine dair her geçen gün sayıları artan kanıtlar bulunuyor.
Paydaş kapitalizmi, 1950’lerden ve bu yana var olan bir kavram. Batı’da savaş sonrası yıllarda ortaya çıkan paydaş kapitalizm modeli, 1960’lı ve 1970’li yıllar boyunca tercih edildi ve uygulandı. Bu anlayışa göre, bir kişi ya da kuruluşun başarısı, mevcut ekonominin ve tüm topluluğun işleyişine bağlıdır. Dolayısıyla şirketin başarılı olmak için yalnızca hissedarlarının değil, bu şirkette pay sahibi olan tüm diğer kişilerin ihtiyaç ve beklentilerini göz önünde bulundurması gerekir. Şirketin tedarikçileri ve müşterileri ile yakın ilişkiler kurması, faaliyet gösterdiği bölgede yerel halk ile organik bağlar oluşturması, çalışanların yönetim kurulunda yer alması gibi uygulamalar paydaş kapitalizmi örnekleridir. Paydaş kapitalizmi modelinde şirket, eğitimin, sağlığın, sosyal hizmetlerin ve sosyal güvenliğin sürdürülmesinde ve iyileştirilmesinde önemli bir yere sahiptir.
Paydaş kapitalizmi yaygın olduğu Avrupa devletlerinde bile yıllar içerisinde etkisini kaybetti. Karlılık sağlamak birincil öncelik haline geldiğinden hissedarların diğer paydaş gruplarından ayrı bir yere koyulması söz konusu oldu. Bunda küreselleşmenin getirdiği koşulların da etkisi büyük. Küresel bir şirketin, yerel topluluklarla ve yerel yönetimlerle güçlü bağlar kurması pek kolay değil. Küresel piyasaların getirdiği rekabetçi koşullar, şirketlerin karlılık odağında hareket etmesine yol açtı.
Bugün paydaş kavramına yapılan vurgunun yeniden güçlendiğini görüyoruz. Öyle ki Dünya Ekonomik Forumu’nun 50. yıl teması “Birbirine Bağlı ve Sürdürülebilir bir Dünya için Paydaşlar” temasıyla gerçekleştirildi. Uzun yıllar sonra ilk kez güncellenen Davos Manifestosu “Bir şirketin amacı, tüm paydaşlarını paylaşılan ve sürdürülebilir değer yaratmaya dahil etmektir” diye başlıyor. Devamında ise, “böyle bir değer yaratırken, bir şirket sadece hissedarlarına değil, tüm paydaşlarına yani çalışanlarına, müşterilerine, tedarikçilerine, yerel topluluklara ve genel olarak topluma hizmet eder” ifadesi yer alıyor. Davos Manifestosu, diğer kapitalizm modellerine karşı paydaş kapitalizmini öneriyor.
Bugün içinde yaşadığımız dünya giderek daha karmaşık bir hale geliyor. Çevresel, ekonomik ve sosyal krizler dünyanın hemen her bölgesinde farklı ve belirgin biçimlerde hissediliyor. Toplumlar, karşı karşıya kaldıkları zorluklarla baş etme mekanizmalarına ihtiyaç duyuyor. Bu noktada, toplumdaki aktörlerin kendi kısa ve orta vadeli çıkarları doğrultusunda birbirinden bağımsız olarak hareket etmesi akılcı bir yöntem olmaktan uzak. Paydaş kapitalizminin birleştirici özelliği, mevcut ihtiyaçlara yanıt verebilir olması bu kavramı yeniden popüler hale getirdi. Bugün paydaş kapitalizmi ortaya çıktığı yıllardakinden farklı, daha az organik, daha yapılandırılmış bir model olarak karşımıza çıkıyor. En temel fark ise, bugün ekonominin, toplumların ve çevrenin geçmişte olmadığı kadar birbirine bağlı olması. Gezegenin geleceği ulusal kararları ile değil dünyanın farklı yerlerindeki aktörlerin ortak kararları ile belirlenecek.
Kapitalizmin ve serbest piyasa ekonomisinin insanlığa gelişim ve refah konusunda çeşitli faydalar sağladığı biliniyor. Öte yandan, kapitalizme ve iş dünyasının negatif etkilerine karşı bir güvensizlik ve öfke hali de mevcut. 2008 yılında yaşanan ekonomik krizin kapitalizme yönelik kaygıları artırarak paydaş kapitalizmine zemin hazırladığı söylenebilir. Karlılık odaklı anlayış, gelir eşitsizliği ve iklim krizi problemlerini çok güçlü bir biçimde tetikledi. Kapitalizme yönelik eleştiriler ve güvensizlik hisleri şiddetlenmeye başladı.
Edelman Güven Barometresi’nin 2022 sonuçlarına göre, pek çok kişi iş dünyasının toplumsal sorunlarla baş etme konusuda üzerine düşeni yerine getirmediği görüşünde. İklim değişimi (52%), ekonomik eşitsizlikler (49%), işgücünün yeniden vasıflandırılması (49%) ve güvenilir bilgi paylaşımı (42%) konularında şirketlerin daha fazla sorumluluk alması gerektiği düşünülüyor. Çalışanlar arasında yapılan anketler de bu sonuçları destekliyor. Çalışanların %60’ı, çalışacakları işyeri seçiminde, şirket yöneticisinin önem verdikleri toplumsal konularda konuşuyor olmasını talep ediyor. Yöneticilerden özellikle iş gücü politikaları ve ekonomi (%76), ücret eşitsizliği (%73), teknoloji ve otomasyon (%74) ve küresel ısınma ve iklim değişikliği (%68) konusunda konuşmaları ve politikaları oluştururken çalışan katılımı sağlamaları talep ediliyor. İş dünyasından yaşamın neredeyse her alanına dokunuyor olmaları bekleniyor. Bu da şirketlerin görünür ve aktif bir biçimde hareket etmesi ve kapsayıcı olması gerekliliğini gösteriyor.
Şirketler için kısa vadeli planlarla hareket etmek, sadece toplumsal sorunlara değil aynı zamanda uzun vadede ekonomik performansın düşmesine yol açabiliyor. ABD’de yürütülen bir araştırmaya göre, uzun vadeli düşünen şirketlerin, gelir, yatırım, iş büyümesi gibi çoğu ölçekte kısa vadeli düşünen şirketlere kıyasla daha iyi bir performans gösteriyor. Bu şirketler, 15 yıllık bir dönemde %47 daha yüksek gelir artışı elde ediyor. Uzun vadeli düşünmek ise, çevresel, toplumsal ve yönetişimsel normlar ve standartlar belirlemek, paydaş katılımını gözetmek ve hatta kurumsal stratejiye dahil etmek anlamına geliyor. Dolayısıyla, paydaş kapitalizmi uzun vadede karlılığı da beraberinde getirme potansiyeli taşıyor.
ATSO Kurumsal Gelişim Müdürlüğü
Kaynakça: