BAŞKAN BAHAR İŞ DÜNYASININ TALEPELRİNİ AÇIKLADI: LİYAKAT, ADALET, EŞİTLİK
ATSO Başkanı Ali Bahar mayıs ayı meclis toplantısında yaptığı konuşmada, yeni kurulan hükümete ve 28 Mayıs’ta seçilecek yeni Cumhurbaşkanına seslendi. Ekonomiden hukuka, eğitimden kadına şiddete kadar çözüm bekleyen birçok konuda toplumun ve iş dünyasının taleplerini maddeler halinde açıklayan Başkan Bahar, özellikle liyakat, adalet ve eşitlik vurgusu yaptı.
Antalya Ticaret ve Sanayi Odası (ATSO) Mayıs Ayı Meclis Toplantısı’nda konuşan Başkan Ali Bahar, siyaset ve seçim gündemini değerlendirdi. 14 Mayıs’ta gerçekleştirilen ilk tur seçimlerinin ülke adına büyük bir kazanım ve demokratik olgunluk olduğuna işaret eden ATSO Başkanı Ali Bahar, “Yüzde 88’e yakın bir katılım ile gerçekleşen Cumhurbaşkanlığı ve milletvekilliği seçimi, milletimizin bağımsızlığa ve demokrasiye ne denli bağlı olduğunun güçlü bir göstergesi olmuştur. İkinci tur seçimlerini de aynı olgunlukla tamamlayacağımıza gönülden inanıyorum” dedi.
GÜÇLÜ TÜRKİYE VURGUSU
Seçim sonrası için güçlü bir Türkiye beklentisine vurgu yapan Başkan Bahar, “Daha çok üretim, daha çok iş birliği, daha çok istişare, daha yenilikçi kararlar, daha çok ihracat, daha çok istihdam ve daha istikrarlı bir ekonomik politika için başlangıç noktası sayıp, var gücümüzle çalışacağız. 28’incü Dönem Türkiye Büyük Millet Meclisine seçilen, başta Antalya milletvekillerimiz olmak üzere, 600 vekilimizin hepsini tek tek kutluyor, hayırlı olsun dileklerimi iletiyorum” diye konuştu. Meclis konuşmasının tamamında yeni seçilen hükümete ve 28 Mayıs’ta seçilecek yeni Cumhurbaşkanına seslenen Başkan Bahar, “Ulu önder Atatürk demiştir ki, ‘Hükümetin iki hedefi vardır. Biri milletin korunması, ikincisi milletin refahını temin etmek’, bizler de bu konuda ülkemiz ve milletimizin refahı için beklentilerimizi dile getirmek istiyoruz” dedi.
LİYAKAT SORUNLARIN TEMEL SEBEBİ
Liyakat kelimesinin altını çizen Başkan Bahar, “Liyakatin artık ön plana çıkarıldığı bir bürokrasi ortamı oluşturmalıyız. Kişisel ilişkilerin liyakat prensibini etkilemesi, büyük bir sorundur. Özellikle yüksek düzeydeki kamu görevlerine yapılan atamalarda, liyakat yerine kişisel tercihlerin etkili olması yaşadığımız birçok sorunun temel sebebidir. Liyakat ilkesinin tam anlamıyla yerleşmesi ve uygulanması için özel bir çaba gerekmektedir. Kamu yönetiminde şeffaflığın artırılması, yetenek ve deneyimi teşvik eden bir çalışma ortamının oluşturulması gibi adımlar bu yönde atılması gereken ilk ve en önemli adımlardır.”
EĞİTİM EVRENSEL OLMALI
Eğitim sisteminin ivedilikle evrensel ve nitelikli hale getirilmesi gerektiğini kaydeden Başkan Bahar, “Yeni ekonominin lokomotifi, yüksek becerilere sahip bireylerdir! Bilgiye özgürce ulaşanların, o bilgiyi alıp, işleyip, yeni icatlar ortaya koyanların kurduğu bir ekonomi bu. İnsana yatırım yapan, aklın ve bilimin yolunda ilerleyen bir eğitim sisteminin vakit kaybetmeden hayata geçirilmesini talep ediyoruz.”
ADALET ve HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜ TEMİN EDİLMELİ
Hukukun üstünlüğü, hukuk kurallarının ve toplumsal çıkarların kişisel çıkarların ve diğer her şeyin üstünde tutulması gerektiğine işaret eden Başkan Bahar, “Adalet ve hukukun üstünlüğüne inanıyoruz. Hukukun üstünlüğü ilkesinin tam anlamıyla yerleşmesi için sürekli çaba gösterilmesi, yargı bağımsızlığının güçlendirilmesi ve adil yargılama süreçlerinin sağlanması önemlidir. Bu bakımdan evrensel hukuk kurallarının işlediği, etkin ve hızlı adalet mekanizmalarını ivedilikle kurmalıyız.”
EŞİTLİK, ŞİDDET VE TACİZE DİKKATİ ÇEKTİ
Gelir dağılımındaki eşitsizliğin giderilmesi, yoksullukla mücadele edilmesi ve toplumsal dışlanma riski altında olan dezavantajlı gruplar için uygulanabilir stratejiler belirlenmesinin önemine vurgu yapan Başkan Bahar, “İnatla ve ısrarla, söylenenin tam aksini ifade etmek isteriz ki; “Bir kereden çok şey olur, sağlıklı bir bireyin ve düşüncenin, bir kereye bile tahammülü yoktur, olmayacaktır.” Kadına ve çocuğa yönelik taciz ve şiddetin son bulması için cezai müeyyidelerin caydırıcı hale gelmesi, farkındalık ve eğitim çalışmalarının artırılması gerekmektedir.”
TAHAMMÜL EDECEK 1 DAKİKAMIZ KALMADI
Piyasalarda güvenin sağlandığı, finansal istikrara yönelik adımların atıldığı bir ekonomi politikasına işaret eden Başkan Bahar, “Artık önümüzü görebilmeyi, doğru politikaların, süratle hayata geçirilmesini talep ediyoruz. Çünkü artık iş dünyamızın ve ülke ekonomisinin buna tahammül edecek ne bir dakikası, ne de kaybedecek bir kuruşu dahi kalmamıştır. Hepimizin malumu olduğu üzere, makroekonomik açıdan bakıldığında Türkiye ekonomisinin en öncelikli sorunları faiz, enflasyon, döviz kurlarındaki belirsizlik ve cari açıktır. Faizler ve finansmana erişim konusunda uzun süredir yaşadığımız belirsizliğin bir an önce istikrara kavuşması şarttır. Öyle ki şu an piyasada 2 farklı faiz oranı bulunmaktadır. Faiz oranlarındaki belirsizliğin bir an önce giderilmesi ve reel faiz oranlarını iyileştirici adımlar atılmalıdır.”
FİNANSMANA ERİŞİM SORUNU
Bankalardan ihtiyaç duyulan dövize ulaşılamadığını belirten Başkan Bahar, “Bankalardan ihtiyacı olan dövizi toparlayamayan üyelerimiz serbest piyasanın yüksek maliyetli kurlara maalesef mecbur kalıyor. Tüm bu olumsuzluklar karşısında; artık ve hemen krediler üzerindeki baskı hafifletilmeli, finansmana erişiminde zorlaştırıcı unsurlar ortadan kaldırıldığı gibi, kolaylaştırıcı uygulamalar hızla hayata geçirilmelidir. Enflasyonun çözümü, güven veren ekonomi politikası ve beklentilerin etkin bir şekilde yönetilmesi ile mümkündür. Büyüyoruz… 10 çeyrek üst üste pozitif büyüme rakamlarına ulaşmayı başardık. Ancak borçlanarak büyüyoruz. O halde pozitif büyüme rakamlarına ulaşmak tek başına yeterli bir gösterge değildir.”
EKONOMİYE GÜVEN
Döviz kurları ile ilgili bugüne kadar izlenen politikaların ihracatı artırmaya ve cari açığı azaltmaya yönelik olmasına değinen Başkan Bahar, “Fakat yüksek seyreden dış ticaret açığının ana nedeni ihracatın artırılamaması değil, ithalatta yaşanan aşırı artışlardır. Kurun şu an ki yerinin ve faizlerin piyasalar tarafından reel görünmemesi de, ekonomiye güvenin negatif olmasının en önemli sebebidir.”
VERGÜ YÜKÜ
Deprem felaketi ve seçimler nedeniyle artan kamu harcamalarının ek vergi yükü getireceğini dile getiren Başkan Bahar, “Bütçe üzerinde çok ağır bir yük oluşturmuş ve ciddi düzeyde bütçe açıkları verilmesine neden olmuştur. Seçim sürecinin geçmesi ile ek vergi yüklerinin gelmesi kaçınılmaz bir durumdur. Önümüzdeki dönemde yaşanacak bir vergi artışı, zaten zor durumda olan ve yüksek maliyetlere maruz kalan birçok işletmenin kapısına kilit vurmasına neden olacaktır. Bizler biliyoruz ki, vergi gelirini artırmanın tek yolu vergi oranlarını artırmak değil; üretimi teşvik edici politikalar izleyerek daha fazla üretim yapılmasına vesile olmak, yapısal reformları hayata geçirmek ve bu sayede vergi kapasitesini artırmaktan geçmektedir.”
BARINMA SORUNU
Yüksek enflasyon, maliyet artışları ve arzın talebi karşılayamaması sebebiyle konut ve kira fiyatlarındaki artışa önlem alınması gerektiğini kaydeden Başkan Bahar, “Deprem sonrasında Antalya’ya gelenlerin 150 bini aştığını biliyoruz. Kuşkusuz bu göç dalgası, zaten var olan konut ve kira sorununu maalesef daha da artırmıştır. İşyeri kiralarında da %300, hatta %800’lere varan artışlar yapılmıştır. Kira artışlarında bu astronomik rakamlar telaffuz edilmeye devam ederse iş yeri kapanmalarının ardı arkası kesilmeyecektir. Dolayısıyla kira artışlarından artık ticaret, tarım, sanayi, turizm sektöründeki herkes şikâyetçidir. Bu artışlar istihdam konusunda da hepimizi zorlamaktadır.”
Başkan Ali Bahar’ın konuşmasında öne çıkanlar şöyle;
“Bildiğiniz gibi, ülkemiz ekonomik ve sosyal olarak zor bir dönemden geçmektedir. 2018’deki kur şokunun ardından, Covid krizi yaşadık. Rusya-Ukrayna savaşı ekonomileri olumsuz etkiledi. Dünyada ve ülkemizde yüksek enflasyon süreci devam ediyor. Çok yakın tarihte yaşadığımız depremin, insani ve ekonomik kayıplarıyla hep birlikte sarsıldık. Bu olaylar zincirinin ardından geldiğimiz noktada, ekonomide risk algısının ve belirsizliklerin yüksek olması ve finansal göstergelerin ön görülememesi, kalkınma sürecimizi sekteye uğratıyor.
Bu nedenle artık önümüzü görebilmeyi, piyasalarda güvenin sağlandığı, finansal istikrara yönelik adımların atıldığı doğru politikaların, süratle hayata geçirilmesini talep ediyoruz. Çünkü artık iş dünyamızın ve ülke ekonomisinin buna tahammül edecek ne bir dakikası, ne de kaybedecek bir kuruşu dahi kalmamıştır.
Bizler, iş dünyası temsilcileri olarak yeni kurulacak hükümetten kalkınma sürecimize yönelik acil eylemler beklediğimizi bir kez daha belirtiyorum.
Hepimizin malumu olduğu üzere, makroekonomik açıdan bakıldığında Türkiye ekonomisinin en öncelikli sorunları faiz, enflasyon, döviz kurlarındaki belirsizlik ve cari açıktır.
- Faizler ve finansmana erişim konusunda uzun süredir yaşadığımız belirsizliğin bir an önce istikrara kavuşması şarttır. Öyle ki şu an piyasada 2 farklı faiz oranı bulunmaktadır. Merkez bankası faiz oranı ile bankaların uyguladığı kredi faizleri arasında 25 – 30 puanlık ciddi bir uçurum bulunmaktadır. Faiz oranlarındaki belirsizlik bir an önce giderilmeli ve reel faiz oranlarını iyileştirici adımlar atılmalıdır.
- Finansmana erişim sorunu birçok defa dile getirdiğimiz bir başka sorundur. Merkez Bankası geçtiğimiz haftanın ilk üç gününde, üç yeni adım atarak, hepimiz için zoru daha zor hale getirmiştir.
- Bankalar için daha önce yüzde 5 olan döviz hesabından TL’ye dönüşüm şartı, yüzde 10’a çıkarıldı. Bu oran 28 Temmuz itibarıyla yüzde 30’a çıkarılacak. Bankaların döviz alım limitleri düşürüldü. Bankalar kurumsala günlük 1.000 ila 5.000 dolar arası limit verirken, saat 11:00’e kadar gelen döviz taleplerinin bankalarca değerlendirildiği bir ortamdayız. Bankalardan ihtiyacı olan dövizi toparlayamayan üyelerimiz ise serbest piyasanın yüksek maliyetli kurlara maalesef mecbur kalıyor. İlaveten bankalardan da, firmaların acil olmayan döviz taleplerinin, vadeli sözleşmelere yönlendirmeleri isteniyor.
- Alınan bu kararlar karşısında bazı bankalarda aylık faizler %3’e yaklaştı, kredi limitleri düşürüldü. Tüm bu olumsuzluklar karşısında; ARTIK ve HEMEN krediler üzerindeki baskı hafifletilmeli, finansmana erişiminde zorlaştırıcı unsurlar ortadan kaldırıldığı gibi, kolaylaştırıcı uygulamalar hızla hayata geçirilmelidir.
- Şu an ekonomideki en büyük problemimiz olan enflasyon halen oldukça yüksek seviyededir. Yıllık enflasyon baz etkisi ile düşme eğiliminde olsa da aylık enflasyon aylardır, durmadan artmaya devam etmektedir. Enflasyonun çözümü, güven veren ekonomi politikası ve beklentilerin etkin bir şekilde yönetilmesi ile mümkündür. Doğru zamanda doğru hamlelerle kararlı bir duruş, bu sorununu çözecektir. Bu kalıcı çözüme bir an önce ulaşmamız gerekmektedir.
- Büyüyoruz… 10 çeyrek üst üste pozitif büyüme rakamlarına ulaşmayı başardık. Ancak borçlanarak büyüyoruz. O halde pozitif büyüme rakamlarına ulaşmak tek başına yeterli bir gösterge değildir.
İhracat artışları kaydetmemiz çok sevindirici, ancak daha fazlasını ithalata harcadığımız sürece bu da yeterli değildir. Döviz kurları ile ilgili bugüne kadar izlenen politikalar, ihracatı artırmaya ve cari açığı azaltmaya yönelik olsa da; yüksek seyreden dış ticaret açığının ana nedeni ihracatın artırılamaması değil, ithalatta yaşanan aşırı artışlardır.
Kurun şu an ki yerinin ve faizlerin piyasalar tarafından reel görünmemesi de, ekonomiye güvenin negatif olmasının en önemli sebebidir.
- Özellikle 2021 yılında uygulanmaya başlanan yüksek kura dayalı ihracat politikası, çok kısıtlı bir etki yaratabilmiş, beklentilerin aksine ithalatta ciddi bir artışa neden olmuştur. Çünkü ithalat yapan işletmelerimiz; döviz kurunun gelecekte ne olacağını tam olarak bilemedikleri için ithalat taleplerini öne çekmektedirler. Yani 6 ay sonra belki 1 yıl sonra ithal edeceği ürünü, hammaddeyi bugünden ithal etmektedirler.
Bu durum ithalatı ve paralelinde cari açığı artırdığı gibi ciddi anlamda stok maliyeti de yaratmaktadır.
Gelen gemiden malını çekmek için dövizini denkleştirmeye çalışan firmalar, her geciken saat için demuraj ve ardiye masrafı gibi ilave maliyetleri yüklenirken, üretim süreçlerinde de aksaklıklar yaşamaktadır. Tüm bu olumsuzluklara sebep olan ana etken belirsizliktir, ithalatçının geleceği görememesidir. Yeni kurulacak hükümetten beklentimiz; belirsizlikleri ortadan kaldıracak kalıcı politikaların hayata geçirilmesidir.
- Kronik hastalığımız olan cari işlemler açığımız yapısal bir sorun olmaya devam etmektedir. Ülkemizin ithalat ve ihracat yapısının acilen değişmesi gerekmektedir. Yenilenebilir enerji alanındaki başarılı gelişimimizi sürdürmemiz, enerjide dışa bağımlılığı azaltmak adına çok önemlidir.
- Cari açığın en önemli nedenlerinden biri, yüksek teknolojili ürün ithalatından ortaya çıkan açıktır. Üretimde ve ihracatımızda yüksek ve orta-ileri teknoloji ürünlerin payını önemli ölçüde artırmamız şarttır. Bunun için de, uzun vadeli ve ileri görüşlü politikalar, iyi dizayn edilmiş teşvikler geliştirilmelidir.
- Ülkemizde üretimin itici gücü KOBİ’lerdir. KOBİ’lere yönelik desteklerin artırılması yine önemli bir husustur. “İhracatçı imalatın” tabana yayılmasını, ülkemizin bir ucundan diğer ucuna gelişmesini sağlayacak etkili KOBİ destek mekanizmalarına ihtiyacımız vardır. Öncelikli olarak, bu enflasyon oranları karşısında, 125 milyon olan KOBİ tanımında değişiklik yapılmalıdır. Daha fazla işletmenin KOBİ sınıfına girmesi sağlanmalıdır.
- Aynı tanımlama değişikliği Türk Ticaret Kanunu 332. Maddesi için de yapılmalıdır. 2012 yılında yürürlüğe giren madde ye göre; Sermayesi en az 250 bin TL olan anonim şirketlerde avukat bulundurma zorunluluğu bulunmaktadır.
Avukat bulundurma zorunluluğunu yerine getirmeyen firmalara, ‘Cumhuriyet savcısı tarafından sözleşmeli avukat tayin etmedikleri her ay için, asgarî ücretin iki aylık brüt tutarı kadar idari para cezası verilmektedir.
Arkadaşlar; ülkede bu denli enflasyon varken, 11 yıldır 250 bin olarak tanımlanan sermayede, değişiklik olmamıştır. Ben daha haksız bir uygulama görmedim. Bu haksızlığın üzerine gideceğiz.
- Hepimizin malumu, yaşadığımız deprem felaketi ve seçimler nedeniyle artan kamu harcamaları, bütçe üzerinde çok ağır bir yük oluşturmuş ve ciddi düzeyde bütçe açıkları verilmesine neden olmuştur. Dolayısıyla seçim sürecinin geçmesi ile ek vergi yüklerinin gelmesi kaçınılmaz bir durumdur. Önümüzdeki dönemde yaşanacak bir vergi artışı, zaten zor durumda olan ve yüksek maliyetlere maruz kalan birçok işletmenin kapısına kilit vurmasına neden olacaktır.
Bizler biliyoruz ki, vergi gelirini artırmanın tek yolu vergi oranlarını artırmak değil; üretimi teşvik edici politikalar izleyerek daha fazla üretim yapılmasına vesile olmak, yapısal reformları hayata geçirmek ve bu sayede vergi kapasitesini artırmaktan geçmektedir.
- En önemli kanayan yaralarımızdan biri de üniversiteli işsizlik oranlarıdır. Yeni hükümet oluşturulduktan sonra vergi oranlarını artırmak yerine; üreticinin önünü açacak, daha fazla üretim yapılmasına imkan sağlayacak hem üretim hem de istihdam teşviklerinin verilmesi, biraz önce belirttiğimiz belirsizliklerin giderilmesi için çok doğru bir politika olacaktır. Böylece ortaya çıkacak üretim artışı, ekonomik büyümeye destek olacağı gibi, beraberinde istihdama ve bütçeye gelir yaratılmasına da çok ciddi katkı sağlayacaktır.
Kıymetli arkadaşlarım,
Kalkınma sürecimizde, gücümüze güç katan unsurlarımız var. En zorlu koşullarda dahi üretime devam etmeye azmetmiş, vatansever üreticilerimiz var. Dinamik bir genç nüfusumuz var.
Diğer taraftan son dönemde yoğunlaşan ekonomik sıkıntıların yansımalarını kaçınılmaz olarak hepimiz yaşıyoruz. Bu belirsizlikler sebebiyle sahip olduğumuz gücün hakkını veremiyoruz, potansiyelimizi kullanamıyoruz.
Yabancıların ülkemizde gayrimenkul edinimleri dışında, doğrudan yabancı sermaye yatırımlarını ülkemize çekemiyoruz.
Milletimiz için beklentilerimizden, iş dünyası için taleplerimizden bahsettikten sonra, müsaadenizle şehrimiz için de dile getirmek istediğim konular var;
- 2011 yılında EXPO bayrağını almak üzere Paris’e giden heyete müjde olarak söz verilen “Hızlı Tren” projesi artık gerçekleştirilmelidir. ATSO olarak bizler taşın altına elimizi koyduk, yeni oluşacak hükümetimizde gerekeni yapmalıdır. Antalya`da imar planları hazırlanırken, plan tadilatı yapılırken, şehrin ulaşım boyutu da mutlaka dikkate alınmalıdır.
- Turizm kenti olan Antalya’mız için yabancı istihdamı konusunda çok ciddi problemler yaşanmaktadır. Bu problemler kalifiye yabancı iş gücü bulunamaması ile başlayan ve sektörü doğrudan etkileyen olumsuz sonuçlara neden olmaktadır. Şehrimiz için en acil beklentimiz, bu konuda yeni düzenlemeler yapılması, çalışma izinleri konusunda kolaylıklar sunulmasıdır.
- Konaklama tesisi sayısı, yatak kapasitesi ve gelen yabancı turist sayısı bakımından Türkiye’de ilk sırada yer alan şehrimizde, turizm faaliyetlerinde coğrafi, mevsimsel ve kitlesel yoğunlaşma bulunmaktadır. Bu yoğunlaşma eldeki potansiyelin yeterince değerlendirilememesine sebep olmaktadır.
Mevcut turizm potansiyelinin ve alternatif turizm olanaklarının değerlendirilmesine yönelik olarak “Turizmin Çeşitlendirilmesi ve Yaygınlaştırılması” gerekmektedir. Antalya kongre, sağlık, spor turizmi ile bu potansiyelini ispat etmiştir. Bu potansiyelin sürekliliğini koruyacak, turizmin 12 aya yayılmasını ve gelir seviyesi yüksek turistin çekilmesini sağlayacak stratejiler geliştirilmelidir.
- Şehrimizde biri organize sanayi bölgesinde, biri üniversite bölgesinde olmak üzere iki teknopark bulunmaktadır. Şehrimizin turizm potansiyeli ve bu alandaki şöhreti de dikkate alındığında Antalya’nın “yazılım merkezi” ya da “yazılım üssü” olabilme potansiyeline sahip olduğunu hepimiz biliyoruz. Bu potansiyeli acilen bir kalkınma planı olarak fırsata çevrilmelidir.
- Şehrimiz için öne çıkan bir diğer sektör tarımdır. Bu sektör bölge ekonomisine önemli düzeyde katkı sağlamaktadır. İstihdam yaratmaktadır. Uluslararası pazarın talep ettiği kalite ve nitelikte yetiştirilen ürünler ihraç edilerek ülkeye döviz girdisi sağlanmaktadır. Ve büyüme potansiyeli oldukça yüksektir.
- Tarımın sabit yatırımlardan aldığı pay sadece %1 civarında, yatırım teşviklerinden aldığı pay ise %1 bile değildir. Son 30 yılda tarım arazilerinin beşte bir azaldığı ve sektörün yaşlandığı göz önüne alınırsa, tarımsal gıda piyasalarında uzun vadeli, üretim planlaması, verimlilik artışı, etkin destek politikasını içeren yapısal politikalara ihtiyaç olduğu açıktır. Ancak yine de ifade etmek gerekir ki, tarımın geleceği tarımsal araziden çok bilime, teknolojiye ve dijitalleşmeye bağlıdır.
- Şehrimizde en belirgin örneği örtü altı muz üretiminde yaşanmaktadır. 6 yıl içinde 1,5 kat genişleyen muz seralarında ki bu plansız büyüme, yalnızca piyasayı değil doğal kaynakları da tehdit ediyor. Ürünün yer altı sularının yanı sıra topraktaki besin içeriğini de hızla tüketmesine karşı önlem almak için zaman daralıyor. 10 yıl sonra susuzluk ve toprak verimsizliğiyle karşı karşıya kalmamak için acilen sürdürülebilir yöntemlere geçmek gerekiyor ve bir daha bu hatalar, tekrar edilmemelidir.
- Şehrimizin tarım sektöründe sürdürülebilirliğini sağlaması ve rekabetçiliğini koruyabilmesi önceliğimizdir. Sektörde yeni teknoloji ve yöntemlerin benimsenmesi ile üretimde verimlilik sağlanmalıdır. Uluslararası pazarlarda ihracat menzilimiz genişletilmelidir. Tarımsal üretimde modernizasyonun ve kırsal kalkınmanın sağlanacağı politikalar geliştirilmelidir. Yeni ülke anlaşmaları yapılmalıdır.
Hedef pazarlarımıza uyumlu, ileri teknoloji ile çalışan, akreditasyonlu laboratuvarlar kurulmalı, bu konuyu odağına almış hibe, teşvik ve destekler arttırılmalıdır.
- Deprem sonrasında Antalya’ya gelenlerin 150 bini aştığını biliyoruz. Kuşkusuz bu göç dalgası, zaten var olan konut ve kira sorununu maalesef daha da artırmıştır. İşyeri kiralarında da %300, hatta %800’lere varan artışlar yapılmıştır. Kira artışlarında bu astronomik rakamlar telaffuz edilmeye devam ederse iş yeri kapanmalarının ardı arkası kesilmeyecektir. Dolayısıyla kira artışlarından artık ticaret, tarım, sanayi, turizm sektöründeki herkes şikayetçidir. Bu artışlar istihdam konusunda da hepimizi zorlamaktadır.
Konut fiyatları ve kira artışlarının birinci nedeni, yüksek enflasyona bağlı maliyet artışları, ikinci nedeni ise arzın talebi karşılayamamasıdır. Depremle birlikte bu sorununun iyice arttığı açıktır.
Dolayısıyla sadece deprem bölgesinde yeni konutlar yapmanın dışında tersine göçü sağlayacak ve ülke genelindeki konut sorununu çözecek büyük bir proje devreye alınmalıdır.
Bu konuda ki teklifimiz; her ilde belirlenecek bir toplu konut alanının, deprem bölgesinde yapılacak konutlarla değiştirilmesidir. Hız ve yüke pozitif etki sağlayacağına inanıyorum.
- Son olarak; dış ticaret konusunda bizleri gelecekte zorlayacak olan bir başka mesele de en büyük ticaret partnerimiz olan Avrupa Birliği’nin 2019 yılında açıkladığı ve uluslararası ticaret ilişkilerini şekillendirdiği “Yeşil Mutabakat” ve Yeşil Mutabakatın önemli bir parçası olan “Döngüsel Ekonomi Eylem Planı”dır. AB Yeşil Mutabakatı küresel ısınma ve iklim değişikliği ile mücadelede uzun bir yolculuğun başlangıç noktası olup, AB sanayi stratejisi de bu perspektifte değişmektedir.
En büyük ticaret ortağımız olan AB’nin tüm alt sektörleri kapsayan sürdürülebilir, atık üretmeyen, hizmet ve iş modelleri ülkemiz ve bölgemiz iş dünyasını ve sanayisini etkileyecektir. Bu nedenle Yeşil Mutabakata uyum sağlamamız için gerekli kolaylıklar sağlanmalı, bu dönüşüm için ihtiyaç duyulan alt yapı çalışmaları şimdiden başlatılmalıdır.
Artık güncelliğini bile yitirmiş “Gümrük Birliği” ele alınmalı, adil hale getirilmeli, ülkemize yük olmaktan çıkarılmalıdır.
Sevgili arkadaşlar…
Her ne kadar yeni hükümetten beklentilerimizi istikrar sağlayıcı politikalara dayandırmış ve taleplerimizi bu minvalde şekillendirmiş olsak da; bu politikaların tek başına yeterli olmayacağını çok iyi biliyoruz…
Elbette piyasanın ve iş dünyasının belirsizliklerin kalktığı bir güven ortamına şiddetle ihtiyacı var ancak; bu ihtiyacın, bir daha yaşanmaması adına çok ciddi yapısal reformlara gerek duyulduğunu bir kez daha ifade etmek isterim…
Gençlerimize, gelecek nesillere daha yaşanası bir ülke bırakmalıyız. Ve her zaman bugüne iyimser, geleceğe ümitvar olmalıyız. Biz büyük bir ulusuz, güçlü bir ülkeyiz. Birlikte çalışarak, birlikte üreterek her türlü sorunun üstesinden gelebiliriz.
Bu duygu ve düşüncelerle hepinize tekrar teşekkür ediyor, sevgi ve saygılarımı sunuyorum.”